BAŞAĞRISI VE MİGREN

BAŞAĞRISI VE MİGREN

BAŞAĞRISI VE MİGREN

Başağrısı, kafa veya yüzde hissedilen ağrı duyusudur. Göz, şakak, alın, burun, çene, ense ağrının sık ortaya çıktığı bölgelerdir. Ağrı zonklama, yanma, batma, saplanma veya sıkıştırma şeklinde hissedilebilir.
Neden başımız ağrır?
Başağrısı kafa içinde veya dışında duyuyu alan sinirlerin fazla uyarılması sonucunda olur. Normalde yüze veya kafaya dokunulması sonucunda oluşan uyarıyı beyine ileten sinirleri veya beyin içindeki ağrı ileten yolları uyaran bir sorun başağrısı hissini uyarır.
Ağrı bir şeylerin yolunda gitmediğini beyine anlatan bir histir.
Başağrısı yeryüzünde en sık karşılaşılan hastalık belirtisidir. İnsanların % 95’i hayatları boyunca en az 1 kez başağrısı geçirirler. Başağrısı başka bir hastalık seyrinde ortaya çıkabileceği gibi, başka bir nedene bağlı olmadan (migren gibi) tek başına bir hastalığı da temsil edebilir. Hemen hemen tüm insanların tanıdığı başağrısı ensede, gözlerde, alında, kulak bölgesinde veya şakaklarda hissedilen bir ağrıdır. Başağrısının yeri gibi şiddeti, süresi, sıklığı ve eşlik eden bulgular kişiden kişiye değişiklik gösterir, yani başağrısı tek bir tip değildir.
Ülkemizde yapılan Başağrısı saha çalışmalarında; Başağrısının toplumda sık rastlandığı, toplumumuzdaki bireylerin %44,6’sının tekrarlayan başağrısı şikâyetlerinin olduğu saptandı.
Toplumumuzdaki bireylerin % 16,4’ünün migren , %5,1’inin Gerilim Tipi Başağrısı (GTB) tanısı aldığı, ilaveten son 1 yılda yaşadıkları ağrılar nedeniyle toplumumuzdaki bireylerin %12,4’ünün muhtemel migren, %9,5’inin muhtemel GTB grubuna girdiği bireylerin %3,3’ünde ayda 15 günden daha sık (kronikleşmiş/ müzminleşmiş) başağrısı görüldüğü, tespit edildi.

Kaç çeşit başağrısı vardır?
Başağrısı nedenleri esas olarak ikiye ayrılır. Birincisi altta yatan belirgin bir neden olmayanlar yani birincil başağrıları ve ikincisi başka bir hastalığın belirtisi olarak ortaya çıkan başağrıları yani ikincil başağrıları.
Birincil başağrıları;
Bu gruba giren gerilim tipi başağrısı ve migren gibi başağrılarıdır ve bir başka hastalığın habercisi değildirler.
Başağrılarının aslında % 90’ı bu tiptedir ve bazen bu gruptaki hastalar hiç doktora gitmeyebilir. Bu grup çok sık ve tehlikesizdir ancak kısıtlayıcı ve sosyal kayıplara yol açan boyutta olabilmektedir
İkincil başağrıları;
Bu grup daha seyrek olmakla birlikte tehlikeli hastalıkların belirtisi olduğundan daha çok korkulan gruptur. Alta yatan ve ortaya konabilen bir hastalıktan dolayı ortaya çıkan başağrılarıdır. Bu grupta başağrısı bir hastalık değil aslında bir belirtidir. Başağrısı öyküsü ciddi bir hastalık düşürtüyorsa acil olarak inceleme ve uygun müdahale gerektirir.
Örneğin çok ani başlangıçlı, şiddetli başağrısı acil beyin görüntüleme tetkikleri gerektirir.
Uzun süreli başağrısı öyküsü olan bir kişide başağrısı şekli değişmişse veya giderek şiddetleniyorsa dikkatli incelenmelidir.
Bu tip başağrılarına örnek olarak;
-Sinüzitler,
-Diğer dahili hastalıkların seyrinde ortaya çıkan başağrıları (yüksek tansiyon, sinüzit, polisitemi gibi beyin kan akımını bozan bazı kan hastalıkları, üst solunum yolu enfeksiyonları, görme bozuklukları, dişten kaynaklanan ağrılar gibi),
-Kafa içerisinde yer alan tümörler, beyin toplardamar tıkanıklıkları, beyin anevrizma kanamaları, beyin omurilik sıvısı dolaşım bozuklukları, damar iltihabının izlendiği vaskülitler, boyun hastalıkları, beyin enfeksiyonları ve menenjitler sayılabilir.
Hekimin doğru tanı koyup tedavi planı yapabilmesi için başağrısına ait ayrıntılı öykü alabilmesi esastır, yani sadece iyi bir anlatım ile başağrınızın tipini doktorunuz başka incelemelere gerek duymadan anlayabilecektir. Bu nedenle hekimle görüşmeye gitmeden önce başağrısının başlangıç şekli, yerleşimi, karakteri ve eşlik eden bulgular (bulantı, kusma, ışık hassasiyeti gibi) kaydedilerek hazırlık yapılabilir.
İkincil başağrıları içinde beyin kanaması, ensefalit, menenjit, beyin tümörü gibi acil merkezi sinir sistemi hastalıkları bulunabildiğinden; Nörolojik muayene,Nöroradyolojik incelemeler (beyin bilgisayarlı tomografisi veya magnetik rezonans görüntüleme gibi) mutlaka yapılmalıdır. Ensede sertlik varsa enfeksiyon veya beyin kanaması ayrımı için beyin omurilik suyu (BOS) incelemesi gerekebilir. Bu incelemenin öncesinde görüntüleme yapıldıysa hasta için ciddi bir riski yoktur ve bazen elde edilen bulgular hayat kurtarıcı olabilir, lomber ponksiyon denen BOS alınması işlemi sırasında bir miktar ağrı olabilir.

Hangi başağrısı tehlikelidir?
Başağrısı ani başladıysa,
Ağrı karakter değiştirdiyse,
Ağrıya eşlik eden bulgular varsa(Ateş, çift görme, ense sertliği, uykuya eğilim, şuur ve davranış değişikliği)
Ağrı taraf değiştirmiyorsa
Ağrı geçmiyorsa
İkincil başağrısı olma olasılığı yüksektir…
Başağrısı olan hastalarda kırmızı bayraklar:
Başağrısının yansıra aşağıdaki faktörlerin de olması altta yatan önemli bir sorunun olabileceğini düşündürmelidir ve ileri inceleme gereklidir.
• Ani başlangıçlı (bomba patlar tarzda başlayan), hayat boyunca hissedilen en şiddetli başağrısı olması.
• Zaman içerisinde giderek artan şiddette başarısının olması
• Başağrısına çift görme, yürüme/konuşma bozukluğu gibi olağan olmayan belirtiler eşlik etmesi,
• Yeni başlayan başağrısı ile ateşin, özellikle de ense sertliğinin olması
• Başağrısı ilk kez 50 yaş üstünde ortaya çıkması.
• Kafa travması sonrası ilk bir ayda gelişen başağrısı olması
• Boyun travması sonrasında gelişen tek taraflı özellikle nörolojik kaybın eşlik ettiği, boyun ağrısı ile birlikte oluşan başağrısı
• Başağrısı, spor yapınca, öksürme, hapşırma ile kötüleşmesi
• Pozisyonla şiddeti değişen başağrıları olması (yatar pozisyonda azalan ayağa kalkınca artan başağrıları)
• Baş ağrısının sürekli aynı tarafta olması
•Başağrısına huy ve davranış değişikliğinin eklenmiş olması.

MİGREN

Migren genetik yatkınlık taşıyan kişilerde çevresel ve iç faktörlerle tetiklenen, çoğunlukla başın bir yarısında hissedilen zonklayıcı başağrısı ataklarıdır. Migrende tipik olarak bulantı, kusma, ses ve ışıktan rahatsız olmanın izlendiği şiddetli ve tekrar eden başağrıları izlenmektedir. Aşağıdaki soruların hepsine yanıtınız evet ise yüksek olasılıkla migreniniz vardır:
Başağrısı ile birlikte:
•midenizde bulantı veya rahatsızlık hissettiyseniz,
•ışık sizi başağrınızın olmadığı zamanlara göre çok daha fazla rahatsız ettiyse,
•baş ağrılarınız çalışabilmenizi ya da ihtiyaç duyduklarınızı yapabilmenizi en az bir gün kısıtladıysa
%90 olasılıkla migreniniz vardır.
Toplumda yaklaşık her 5 kişiden birinde görülmektedir ve bu özelliği ile toplumda 50 yaş altında en sık karşılaşılan nörolojik hastalıktır. Ataklar ve ağrı en yoğun 35- 45 yaşları arasında ortaya çıkmakta, bu yıllarda kadınlarda erkelerin 3 katı daha fazla migren atağı görülmektedir. İlerleyen yaşlarda ataklar genellikle azalarak kaybolmaktadır. Bununla birlikte hastaların %10 kadarında 50 yaş sonrasında da migren ağrıları sürmektedir.
İnsanlık tarihi kadar eski bir hastalık olan migren toplum için oldukça önemli bir sağlık sorunudur, Dünya Sağlık örgütü tarafından en çok kısıtlılık yapan hastalıklar arasında ele alınmıştır.
Kadınların yaklaşık % 20’sinin, erkeklerin ise % 8’inin migrenli olduğu bilinmektedir. Atak sırasındaki olumsuz etkileri dışında da okul ve iş performansında düşme ve sosyal problemler gibi kronik etkileri vardır.

MİGRENİN TİPLERİ VAR MIDIR?
Migren, habercisinin (aura) olup olmamasına göre iki şekilde olur.
Birincisi auralı migren (klasik migren) ikincisi ise aurasız migren ismini alır.
Aura, migren başağrısının gelmesinden önce ortaya çıkan nörolojik kayıplara verilen isimdir.
Bu yakınmalar migrenin ön habercisidir. Aura döneminde hasta, görme bozukluğu, bir tarafı görememe, ışıklar görme, vücudun bir tarafında uyuşma veya güç kaybı, kelime bulma veya konuşma güçlüğü şeklinde yakınmalar hisseder.
Bu şikâyetler yaklaşık yarım saat sürdükten sonra ortadan kalkıp yerini başağrısına bırakır. Bu şekilde olan migrene auralı migren adı verilmektedir. Bazı hastalarda Aura dönemi, başağrısı ortaya çıkmaksızın da olabilir. Auralı migren hastalarında sıklıkla aurasız ataklar da olur. Auralı migrenin özelliği, hastalarda inme riskinin aurasız migrenlere göre daha fazla olmasıdır. Bu risk özellikle sigara içen ve doğum kontrol ilacı kullanan hastalarda daha da fazladır.
Aurasız migrende ise yukarıda belirtilen yakınmaların olmadığı başağrısı atakları olmaktadır. Bu tip migren auralı migrene göre daha sıktır.
Migren tanısı için özel bir laboratuvar testi veya radyolojik inceleme yoktur. 2004 yılında Uluslararası Başağrısı Federasyonu (International Headache Society) komitesinin belirlediği klinik kriterlere göre tanı hekim muayenesine göre ve hastanın ağrıyı tanımlamasına göre konulmaktadır.
Çeşitli migren tipleri olmakla birlikte aurasız (öncü belirtisiz) migren ve auralı (öncü belirtili) migren en sık görülen migren tipidir.
Aurasız Migren:
Tanı konulabilmesi için kişinin daha önce en az 5 kez 4-72 saat süren ağrı atağı olmalı ve buna eşlik eden aşağıdaki 4 bulgudan en az ikisi bulunmalıdır.
1. tek taraflı başağrısı
2. zonklayıcı karakterde başağrısı
3. orta veya şiddetli başağrısı nedeni ile iş yapmasının engellenmesi veya zorlaşması
4. sıradan fiziksel aktivite ile (örneğin başı öne eğmek ile) başağrısının artması.
Bunun yansıra atak anında aşağıdaki iki bulgudan biri olmalıdır.
1. bulantı ve/veya kusma
2. ışık hassasiyeti.
Aura en sık olarak çeşitli görsel belirtiler şeklinde olup, görme alanında siyah noktalar veya zikzaklar veya belli bir alanda görme kaybı şeklindedir. Bazen yüz, kol ve bacakta uyuşma veya güçsüzlük, başdönmesi, konuşma bozukluğu, iki yanlı uyuşukluk ve güçsüzlük gibi çok nadir aura çeşitleri de vardır ancak bunlarda tanı ilk başta güçtür, mutlaka bir uzmana danışılmalıdır.
Auralı Migren: Aurasız migren tanı kriterlerine ek olarak aşağıdaki 4 semptomdan üçünün olduğu 2 atak olması gerekir.
1. bir veya daha çok aura semptomu
2. aura semptomu 4 dakikadan uzun sürmeli
3. aura semptomu 60 dakikadan kısa sürmeli
4. aura bitiminden sonraki 60 dakika içinde başağrısı başlamalıdır.
Migren genellikle ergenlik sonrası başlamakla birlikte daha ileri yaşlarda hatta çocuklukta da başlayabilir. İleri yaşlarda başlayan başağrısında migrene kuşku ile bakılmalı, ileri incelemeler istenmelidir.
Migren genellikle erişkinlere ait kabul edilen bir hastalıktır ancak giderek artan bilimsel çalışmalar migrenin aslında çocuklarda ve ergenlik çağındaki gençlerde de de sıkça görüldüğünü, okuldan kayıplara ve derslerde başarısızlığa yol açtığını göstermektedir. Özellikle düzensiz yaşama alışkanlıkları, aşırı televizyon izlenmesi ve bilgisayar kullanımı ve kafein içeren kolalı içeceklerin ve yine diğer sağlıksız gıdaların yoğun tüketimi çocuklarda başağrısı ve migren sıklığını giderek artan bir sorun durumuna getirmektedir.
Çocuklarda görülen migrenin bazı açılardan erişkinlerden farkları vardır. Örneğin ağrı süresi genelde daha 4 saatten kısadır ve iki yanlı alında ve şakaklarda yerleşmesi daha sıktır. Uyumak ve basit analjeziklerle daha kolay kontrol altına alınabilir. Çocukların başı ağrımaz anlayışının yanlış olduğunun aileler ve öğretmenler tarafından bilinmesi çok önemlidir. Çocukların migrenindeki diğer önemli fark ise olguların bir kısmında ataklar halinde başdönmesi, kusmalar veya karın ağrıları görülmesidir. Bu belirtilere “çocukluğun migren eşdeğerleri “ adı da verilmiştir. Çocukların uygun saatlerde uyuması, düzenli beslenmesi, aşırı televizyon izlememesi ve içinde kafein bulunan kolalı içeceklerin yoğun şekilde tüketilmesinin engellenmesi Başağrılarının artmasına ve kronikleşmesine engel olur. Özellikle sabah kahvaltısının düzenli yapılması ve ihmal edilmemesi, sportif aktivitelerin ve düzenli sosyal yaşamın olması da koruyucu önlemler arasında sayılır. Sık atak geçiren çocuklarda bazı koruyucu ilaç tedavileri deneyimli hekimlerce uygulanabilir, ancak bu konuda çocuklara yönelik yapılmış araştırma sayısı çok sınırlıdır.
Son yıllarda başağrısı, özellikle de migren genetiği konusunda önemli gelişmeler olmuştur ve bugün için migren kompleks genetik özellik gösteren bir hastalık olarak kabul edilmektedir. Migrenin ailesel özellik gösterdiği uzun zamandır bilinmekte ve deneyimli hekimler tarafından tanıya yardım amacıyla bile kullanılmaktadır. Buna karşın yoğun araştırmalara rağmen şu an için sadece migrenlilerin çok küçük bir oranını oluşturan ve karakteristik bir klinik tablo olan ailesel hemiplejik migrenin genleri bulunabilmiş, ancak çok daha sık görülen aurasız migren formlarının genlerine henüz ulaşılamamıştır. Genetik araştırmalarda öncelikle bireylerin tutulmuş olup olmadığının kesin olarak belirlenmesi gerekir ki, bu da toplumdaki sıklığı % 15 civarında ve çok farklı şekilleri olan, buna karşın anamnez dışında kesin bir tanı ölçütü olmayan bir hastalık için oldukça güçtür.
Migreni neler tetikler?
Migren hastalarının %75’inde en az bir faktörün atakları tetiklediği ortaya konmuştur. Migrenin fizyolojik nedenleri ne olursa olsun, pek çok migren hastası migreni başlatan bazı faktörler tespit etmişlerdir.
Bu faktörler her migren hastası için farklılık göstermekle birlikte en sık ifade edilenler şunlardır:
Bunların başında psikolojik yada fiziksel stres gelmektedir.
Uykusuzluk veya aşırı uyuma, yorgunluk, açlık, sürekli kafein tüketenlerde kafeinin kesilmesi, sigara dumanı, parfümler, kırmızı şarap, bazı baharatlar, kuruyemiş, ışık, egzersiz, cinsel aktivite, lodos, hava ısı değişiklikleri ve adet görme iyi bilinen migren tetikçilerindendir.
Yine Türkiye’de yapılan bir çalışmada kanda duyarlılık saptanan gıdaların rejimden çıkarılması ile migren atak sıklığının azaldığı gösterilmiştir.

Çevresel nedenler;
– Aşırı sıcak/soğuğa maruz kalma
– Koku (parfüm/sigara)
– Hava Değişikliği
– Parlak ışık,
– Yüksek rakım/uçmak,
– Gürültü
– Lodos
-Klima
Alışkanlıklar;
– Sigara
– Uyku düzeninde bozukluk
– Öğünleri atlama, açlık.
Depresyon, Stres:
Uzun süreli yüksek düzeyde stres
Hormonlarla ilgili durumlar;
– Regl dönemi
– Doğum kontrol hapı kullanma
– Östrojen tedavisi
Gıdalar
Bunlar eğer hastada atağı tetiklemişse anlamlıdır, aksi halde dikkate alınmamalıdır
– Kafein
– Aspartam
– Çikolata
-Alkol (kırmızı şarap, bira)
– Monosodyum glutamat ve nitritli besinler (sosis, salam, ve lezzet için glutamat katkılı yiyecekler)
– Mayalı yiyecekler
-Bazı peynirler ve benzer ürünler
-Aşırı tuzlu ve yağlı yiyecekler (turşu, kızartma vb)
-Hazır çorbalar
-Baharat ve hazır soslar
-Bira mayası
-Şarküteri ürünleri
-Patetes cipsleri
Bazı ilaçlar;
– Kalp ve tansiyon ilaçları (İsosorbid-dinitrat, Nifedipin, Kaptopril,vb)
– Ülser ilaçları (Cimetidin,Ranitidine)
– Doğum kontrol hapları, hormon tedavisi
– Antibiyotikler (Trimethoprin-Sulfomethoxozole)

Migren farklı türleri olan, aynı hastada bile yıllar içinde şekli değişebilen bir hastalıktır. Erken tanı ve doğru bir tedavi ile hastanın yaşam kalitesi bozulmadan ve ek sorunlara yol açmadan baş edilebilir. Günümüzde “atak tedavisi” adı verilen başağrısı ataklarını geçirmeye yönelik tedaviler, “profilaksi” adı verilen başağrısı ataklarını önlemeye yönelik tedaviler ve ilaç dışı tedavi yaklaşımları (biyofeedback, TENS, BOTOX vb) uzmanlar tarafından başarıyla uygulanmaktadır.
Her hastanın ağrılarını bir günlüğe kaydetmesi ve doktor vizitesine giderken yanında götürmesi tedavinin etkinliğini artıracaktır.
MİGREN TEDAVİSİ
Migren olgularının çoğu tanı almamış ve herhangi bir sağlık kurumuna başvurmamışlardır. Bunun en önemli nedeni migrenin yaşamı tehdit eden bir hastalık olmamasıdır. Migren olgularının çoğu kendi kendilerine tedavi uygulamaktadırlar. Ancak bu olguların düzenli gidebilecekleri bir merkezde takip edilmeleri gereklidir. Her hastaya zaman ayırarak öykü alınması, tetikleyici faktörlerin açıklanarak tedavi stratejilerinin çizilmesi gerekmektedir. En önemli nokta hasta-doktor ilişkisinde güvenin sağlanmasıdır.
Çok önemli bir nokta da birçok migrenlinin aslında migreni olduğunu bilmemesi ve sinüzit, boyun kireçlenmesi gibi yanlış tanılarla tedavi edilmeye çalışılmasıdır.
Migren tedavisi tanı konulması ile başlar, sonraki aşama hastanın hastalığının farkına varması ve tetikleyici faktörlerden uzaklaşmasıdır. Bu süreç iyi bir hasta hekim ilişkisi gerektirir…
Başağrısını tanımayan, onunla dost olmayan kişi ağrıları uzun süre çekecektir.
Başağrısı tedavisinde önemli olan güvenilir ve etkili ilacın kullanılmasıdır.
Tedavinin temel amacı; kısa ve uzun vadede kısıtlılığı azaltacak etkili tedavinin bulunmasıdır.
Migren olguları kısa sürede ağrı ve diğer bulguların giderilmesi, atak sıklığının azaltılması, tedavinin yan etkilerinin azaltılması, tekrar riski taşımayan ve hayat kalitesinin arttırılmasını sağlayacak bir ilacın bulunmasını istemektedirler.
Migrenli hasta öncelikle migreni uyaran tetikleyici faktörlerden kaçınmalıdır. Mümkün olduğu kadar stresten kaçınılması gerektiği ve relaks olunması gerekmektedir. Aşırı kahve alımı, sigara ve alkol kullanımından kaçınılmalıdır. Kullanmakta olduğu ilaçlar gözden geçirilmeli ve gerekiyorsa yeniden düzenlenmelidir örneğin bazı hastalarda oral kontraseptif kullanımının kesilmesi ve başka korunma yöntemlerine geçilmesi atakları azaltmaktadır. Bunun dışında pek çok ilacın da başağrısına sebep olabileceği bilinmektedir.
Herkes yaşamının bir döneminde stres altında kalmaktadır.
Migren olguları da toplumdaki diğer kişilerle aynı oranda strese maruz kalmaktadırlar, ancak bunların kişilik yapılarından dolayı veya savunma mekanizmalarındaki farklılık nedeni ile tepkileri farklı olabilir. Hastaları stresten kurtarmak oldukça zordur.
Eğer strese yanıt dayanılamayacak kadar kötü ise ve stres kaynağı geçici ise doktor kontrolünde sakinleştirici ilaçlar yararlı olabilir. Uzun süreli stres tedavisi psikolog veya psikiyatrist tarafından yapılmalıdır. Buna yönelik biyofeedback, relaksasyon egzersizleri ve hipnoz gibi çeşitli teknikler vardır.
İlaç tedavisi
1-Atak tedavisi
2-Profilaktik tedavi olarak ikiye ayırabiliriz.
Migren ataklarından korunmaya yönelik “profilaktik” tedavi veya atağın ağrı, bulantı, kusma gibi yakınmalarının giderilmesine yönelik “atak” tedavisi olarak adlandırılır.
Profilaktik tedavi kişinin yaşam şeklinin değişmesine neden olacak kadar sık (ayda 4 den fazla) ve şiddetli atakların olduğu durumlarda uygulanmaktadır. Olguların çoğunda ise aspirin, asetaminofen, naproksen, etodolak veya ibuprofen gibi ağız yolu ile alınan analjezikler (ağrı kesiciler) veya kafein ile kombine edilmiş analjezikler etkilidir. Ancak kombine ilaçlardan kaçınmak tercih edilmelidir. Karanlık ve sakin bir odada, buz paketi koyarak dinlenmek ağrının giderilmesini kolaylaştırır. Eğer uyunabilirse genellikle hasta ağrıdan kurtulmuş olarak uyanır.
Migren için atak tedavisinde:
Ergot preparatları ve triptan grubu (sumatriptan, eletriptan, zolmitriptan, frovatriptan, naratriptan, rizatriptan) gibi migrene özel tedaviler önemli bir yer tutmaktadır.
Ergo türevi ilaçların uzun süreli kullanımda daha da belirginleşen genel damar daraltıcı riskleri, çok daha ucuz olmalarına karşın, bu tip yan etkileri taşımayan seçici serotoninerjik ilaçlar olan triptanların günümüzde migren spesifik ilaçlar olarak ergo türevlerine tercih edilmelerine neden olmuştur.
Bulantı çok belirgin olan hastalarda kas içi ve damardan enjeksiyonlar dışında hastanın kendine uygulayabileceği deri altı enjeksiyon şeklinde ve nazal sprey şeklinde de triptan grubu ilaçlar üretilmiştir. Bu ilaçlar hastanın her atakta doktor başvurusu yapmaktan kurtulması açısından çok önem taşımaktadır.
Akut migren atağı tedavisinde kullanılan ilaçların kişi migren atağı belirtilerinin başladığını farkeder farketmez alınması gerekmektedir. Atak başladıktan sonra beyindeki ağrı iletimi döngüsüne etki etmek daha zorlaşacağından ilacın etkisi azalacak ve o atak için kişi birden fazla ilaç almak zorunda kalacaktır. Ancak ağrı gelmesin diye ilaç alınması da çok sakıncalıdır. Haftada 2 günden fazla ilaç alındığı durumlarda ilaç kötü kullanımına bağlı Başağrılarının ortaya çıkmasına neden olunabilir.
Migren sıklık ve şiddetini azaltmak için uygulanan koruyucu ilaçların ise her gün alınması gerekmektedir. Atak tedavisinde kullanıldığı gibi ağrı geldiğinde alınmaz.
Profilaktik tedavi:
Profilaktik ilaçlar migren olgularında diğer nedenlerle kullanılan ilaçların hastalardaki atak sıklık ve şiddetini azalttığının saptanması ile kullanılmaya başlanmıştır ve çok değişik tiptedir.
Koruyucu tedavide kullanılan ilaçlar migren atak sıklığını ve şiddetini azaltır, ancak migreni tam olarak tedavi etmezler. Migren sıklığının yüzde ellinin üstünde azalması tedavinin etkinliğini gösterir.
Profilaktik ilaçlar düşük dozlarda başlanarak yavaş yavaş arttırılır ve etkinliği değerlendirebilmek için iki üç ay beklemek gerekmektedir. Profilaksi tedavisi için en önemli bilinmesi gereken nokta bu ilaçların aslında migren tedavisi için geliştirilmiş ilaçlar olmadığı ve olumlu etkileri sonradan fark edilerek kullanıma girmiş olduklarıdır .
Profilakside kullanılan ilaçlar çeşitli gruplardandır, örneğin hipertansiyon kontrolü amaçlı ilaçlar (propranolol, verapamil gibi), epilepsi ilaçları (valproik asid, topiramat gibi) depresyon ilaçları (amitriptilin, venlafaksin, sertralin gibi) bu tip ilaçlar arasında sayılabilir.
Profilaksi altındaki bir hastanın kullandığı ilacın olası yan etkileri konusunda önceden bilgi sahibi olması ve hekim kontrolünde kalması önemlidir.

Migren tedavisinde başarısızlığının nedenleri
-. Tanı eksik veya yanlıştır
-. Tanınmamış başka bir hastalığa bağlı sekonder baş ağrısı bozukluğu mevcuttur,
-. Yanlış tanı konmuş bir primer baş ağrısı bozukluğu mevcuttur
-. İki veya daha fazla farklı baş ağrısı bozukluğu mevcuttur
-. Önemli tetikleyici faktörler gözden kaçırılmıştır
-. Hormonal tetikler
-. Psikososyal faktörler
-. Baş ağrılarını tetikleyen diğer ilaçlar
-. İlaç aşırı kullanımı vardır
-. Kafein aşırı kullanımı vardır
-. Tedavi dozları ve yaklaşım yetersizdir
-.Etkisiz ilaç
-.Aşırı başlangıç dozu
-.Yetersiz devam dozu
-.Yetersiz tedavi süresi
-. Gerçekçi olmayan beklenti düzeyi
-. Tedaviyi zorlaştıran diğer hastlalıkların varlığı mevcuttur.

AŞIRI ANALJEZİK (AĞRI KESİCİ) KULLANIMI BAŞ AĞRISI
Eskiden beri bilinen ama son zamanlarda giderek dikkati çeken ve dünya üzerinde bugün migren ve gerilim tipi baş ağrısından sonra en sık 3. başağrısı tipi durumuna gelen tablo aşırı analjezik ilaç kullanımına bağlı başağrısıdır.
Bu durum genelde migren olguları yanı sıra gerilim-tipi başağrısı olgularında da gelişebilir. Hergün veya yaklaşık hergün reçeteli veya reçetesiz aşırı ağrı kesici alımına bağlı gelişir. Aşırı ilaç alımına bağlı rebound başağrısı geliştiğinde son ilacın etkisi geçince ağrı nedeni ile tekrar ilaç alma ihtiyacı hissedilerek kısır döngüye girilir.
Bu durumun tedavisinde ağrı kesicilerin uzunca bir süre boyunca tamamen kesilmeleri ve destekleyici bazı tedavilerin kullanılması yer alır. Nadiren bu durumun tedavisi için kişinin hastaneye yatırılması dahi gerekebilir.
En doğrusu, aşırı analjezik kullanımı baş ağrısının önlenmesidir. Bu da uygun profilaktik ilaç kullanımı ile mümkün olur.
Ağrı kesici alan hastanın dikkat etmesi gereken noktalar:
– Başağrısı için önce mutlaka bir doktora ayrıntılı muayene olmak ve başağrısının altında başka bir neden olmadığına emin olmak gerekir. Doktor dışı kişilerin önerilerine göre ağrı kesici kullanmak doğru ve güvenli değildir.
– Hiç bir ağrı kesici ayda 8-10 günden fazla kullanılmamalıdır. Aşırı kullanımda ağrı giderek artar ve devamlı hale gelir, alındığında kısa bir süre etkili olup, ağrı duyarlılığını bozulduğu için tekrar ağrı gelişir.
– Çocuklarda hayatı tehdit edebilen nadir bir nörolojik tablo olan, Reye Sendromuna neden olabileceği için, ağrı ve ateş düşürülmesinde aspirin kullanılmamalıdır.
– Denge bozukluğu ve işitme kaybı olan kişiler de bu durumu arttırabileği için aspirin kullanmamalıdır.
– Kan sulandırıcı ilaç (Coumadin) kullanan kişiler, kanama eğilimini arttırabileceği için aspirin ve benzer ilaçları hekim önerisi olmadan kullanmamalıdırlar.
– Mide ve duedonum ülseri olan kişiler aspirin ve bir çok diğer nonsteroid antiinflamatuvar ilaçları kanama riski ve ülserin kötüleşmesine neden olacağı için ülserleri tedavi edilmedikçe kullanmamalıdırlar.
– Karaciğer veya böbrek hasarı olan kişiler de ağrı kesici kullanmadan önce doktora mutlaka danışmalıdır